• Nombre de visites :
  • 1415
  • 24/8/2008
  • Date :

SEYR-İ SÜREYYÂ DESTÂNI

                                                

kabe

                   1

Bir azimet destanıdır öykümüz

Cennet bahçelerinde başlayan

Gurbetlere bir yakınmadır sürgünümüz

Demir asa, demir çarık

Yeryüzünden sonsuzluğa

Bitmeyen yolculuk

İnsanın serüvenidir

Hâbil’le başlamıştır türkümüz

Nuh ile Cudî dağında

Uzun soluklu bir uzun hava

Yakub’un gözyaşlarıyla

Nil’in kuruyan yataklarıyla

Bitmez tükenmez deva

Ve Yusuf’la başlar

Kehkeşân Saraylara

İlk ziyâretimiz

Züleyhâ’nın katran kokulu saçlarında

Zincire vurulur sözlerimiz

İlk hapsimiz, ilk mektebimizdir

 

            2

Çölden fışkıran su

Hâcer’in mahrem türküsüdür

Mahramalar yatağıdır İsmâil

Ilgıt ılgıt akmaktadır yüreğimize

Hacer’in

Kara Hacer’in

Sabır taşıdır Hacer’ül-Esved

Bir hasret kalemidir kasvet

Fatıma’nın kaşlarında

Ayrılıklar bize kısmet

 

            3

Şam yollarının garip yolcusu

Mekke’nin yetim yolcusu

Bütün şiirlerin esin kaynağı

Sahrâ-yı Cedit’ten, Cebel-i Târık’a

Yemen’den, Hadramut’a

Sidret’ül-Müntehâ’dan, Anadolu’ya

Hicaz çöllerinden, Acem illerine

Kanayan bir sevdadır

Kadim sevdamızdır

Aşkımız, şiirimiz, şeriamızdır

Tâif’in yaralı başı

Gümüş tepsilerde arz edilen

Salon Salome’ye

Zâlim sultanların ezelî korkusudur

Mekke’de yeniden dile gelen

Yahyâ’nın kesik başıdır

Zekeriyâ’nın lime lime doğranmış

Aziz naaşıdır

Bu, İsmail Oğulları’nın

Sonu gelmez savaşıdır...

 

            4

Hacer’in karalığında hicret

Mus’ab’ın aydınlığında Medine

Ali’nin yatağında nusret

Yemin olsun ed-din’e

Ve asırlar boyu beklenen

Zafer şarkısı

Şad etmişken yüreklerimizi

Ol Nebi’nin vuslatında başladı

Ayrılık şarkısı...

Şam saraylarında

Muâviye şehvetlerinde

Sabır taşlarını çatlatırken ihânet

Muhammed, İsâ aşkına

Dayanan Ali’dir

Rebeze’de yalnızlığa dirilirken şehâdet

Ebuzer’e Eyvaah, Eyvaah!...

Yarelenen Ali’dir

Mızrak uçlarında katledilen Mushaf’a

Eyvaah, eyvaah!...

Pârelenen Ali’dir

hz. ali

            5

Ammâr’ı da analım dostlar, Ammâr’ı da

Veysel Karanî’ye de bir selâm edelim

Cümle Üveysîlerin fahrî babası

Fahr-i kâinatın fahrî hırkası

Firkat ateşlerinde

Hârelenen Ali’dir

Bir pervânedir Fâtıma, evlât acılarında

Allı turna kanatlarında

Türkü türkü, ağıt ağıt

Kerbelâ çöllerinde

Zârelenen Ali’dir

 

            6

Ey Kûfe!... Zâlim Kûfe!... Hâin Kûfe!...

Ben sana yanmam billâhi

Asıl yandığım dost bakışlara

Uzaktan bakışlara

Tedirgin, ürkek

Hesap üzere oturuşlara

Müstağni duruşlaradır

Asıl yandığım

Zarif ihânetlere

Çok bilmiş kehanetleredir

 

            7

Ve bir Hâbil-Kâbil kıssasıdır Kerbelâ

Bir söz üzre

Verilmiş bir söz üzre

Misâk üzre

Nice bin şehâdettir Kerbelâ

Ta ezelden, ibtida baştan

İsmâil’in anısına

Kurbân edilen

Bir "Kâlû belâ"dır Kerbelâ

İlm üzre, silm üzre

Vahyedilmiş son âyet üzre

Tarih denilen defter-i kebire

Konulmuş son noktadır Kerbelâ

Nebî noktasıdır... Mim noktasıdır...

Şehâdet noktasıdır!...

Gidişimiz artık ve nihâyet

Ol vaktedir

Ey Kerbelâ!...

 

            8

Nice bin zikir hâleleriyle

Nice bin şehâdet lâleleriyle

Birlikte düştüler Bu-Turâb oğlunun

Lâlezârına

Eyyub’un yeniden kan aktı yaralarına

Yakûb’un yeniden su düştü mahramalarına

Yusuf’um, Hüseyn Hüseyn diye inledi

Yeniden

Mısır’ın, Şam’ın kahır zindanlarından

Muhammed’in ruhu titredi

Kutlu Nebi’nin bir daha kırıldı

Mübarek dişi

Yeniden yarıldı sevdalı başı

Hamza’nın ciğeri yeniden kanadı...

Asumân ağladı... dağlar ağladı...

Salome’nin sarayında Yahyâ ağladı

Hüseyn! Hüseyn! Ya Hüseyn sana mı düştü

Yahya’nın yazgısını yeniden yazmak?

Zekeriyâ ağladı, Meryem ağladı

Asiye’nin tahtında İmran ağladı

Unutup, çarmıha gerilen acılarını

Meryem oğlu Mesih İsâ ağladı

Ateşin gül bahçelerinde gülen İbrâhim

Gülmeyi unuttu, giryân ağladı

Hacer’in Zemzem’i, Fâtıma’nın Kevser’i

Ağaca yürüyen bengisu

Beyt’ül-Mukaddes’te

Yed-i Beyzâ Musâ ağladı

Cebrâil, Mikâil, dahi İsrâfil

Levh-i Mahfuz’da levha ağladı

Yedi kat gökler, cümle melekler

Ahd u peymân ile sayhâ ağladı

Kerbelâ’da şerha şerha ümmet yarası

Ehl-i Beyt dergâhında nefha ağladı

 

            9

Nice bin zikir hâleleriyle

Nice bin şehâdet lâleleriyle

Birlikte düştüler Bu-Turâb oğlunun

Lâlezârına

Yetmiş iki kişiydiler

Zulme karşı yetmiş iki kişiydiler

Ve yanlarında

Ve azıklarında

Ne tandır ekmeği

Ne Zemzem suyu

Ne dünya kaygusu

Ne ölüm korkusu

Haykırışların en asiliyle

Vazgeçişlerin en yüreklisiyle

Ayağa kaldırdılar

Kadim serüvenimizin

Kadim cümlesini: "Lâ ilâhe illâllah"

Ve gelmiş geçmiş cümle müstaz’af gönüllere

Ezilmiş gönüllere

Yüreklerini vererek

Su serptiler... Suskunlara inat!...

Susuzluklarına inat!...

 

            10

Ne çocuklarının masum ölümlerini

Ne kadınlarının merhamet çığlıklarını

Duymadılar

Görmediler!...

Özgürlük için!... Aşk için!... Sevda için!...

Verilmiş misâk için

Sevda nedir bilen insanlık için

Sure sure, âyet âyet uçup gittiler

Ve bir adları kaldı yâdigâr

Altında kaldığımız

Ayaklar altına aldığımız

Hakk’ını veremediğimiz!...

Bu yağan yağmur değil, âsumân ağlar bize

Gök gürlemesi değil bu, kahreder dağlar bize

 

            11

Ve rivâyet edilir ki ey canlar

Canlar canı İmâm Ali

Dağların dahi taşıyamadığı

Dağ dağ olmuş dertlerini

Belki gün gelir anlatır diye

Gün gelir bir volkan gibi

Fışkırır anlatır diye

Nice Yusuf’lar mihmandarı

Kör kuyulara anlatır olmuş

Dinledikçe gözleri dolmuş kuyunun

Dinledikçe kabarmış toprak yüreği

Taşları şak şak olmuş "Şıkşıkıye" feryâdından

Çatlamak üzereymiş kuyu, patlama­k üzere

­­­­­­- Bekle!... demiş İmâm Ali, beklemelisin

Daha nice yolcularım, daha nice gözcülerim

Konuk olacak sana... Her biri birer tanık

Her biri birer Yusuf olacak... Ve nice

Yakub’lar gözlerini emânet edecekler sana

Beklemelisin... beklemelisin...

Kuyu da kuyuymuş ha, Yakub’un mirâsı gibi

Kuyu da kuyuymuş ha, Yusuf’un rüyâsı gibi

Kuyu da kuyuymuş ha, Hüseyn’in duâsı gibi

Kuyu da kuyuymuş ey canlar... Kuyu da kuyuymuş

Peygamber davası gibi...

Ve beklemeye koyulmuş kuyu

Ve sabretmeye

Ve gün saymaya koyulmuş

Önce Hasan diye bir hâle kuşatmış gövdesini

Sonra Hüseyn diye bir lâle yeşertmiş çevresini

Ak elleri, kan gülleri, Zeyneb-i nâlân gelmiş

Sine urup şebnem döken, Fâtıma cânân gelmiş

Muhammed dergâhıdır, hangisini sayayım

İmam Câfer yolunda aşık-ı yârân gelmiş

Dağlar taşlar duymamış, insanlar işitmemiş

Kuyulara haykıran Sâhib-i Zaman gelmiş

Zâlim zulme doymamış, bunca zulüm yetmemiş

Muhammed sadasıyla Duvaz-ı İmâm gelmiş

Ay batmış, gün kararmış, devran dönmüş, gül sararmış

Kuyunun yüreği de ey yarenler

Kabarmış da kabarmış

Ve dolmuş ağzına dek ve koyulmuş beklemeye

Son bir damla

Son bir şebnem

Son bir gözyaşı diyerek

Ve gün gelmiş ve beklenen o gün gelmiş

Vakit be vakit

Saat be saat

Gün be gün

Zaman dolmuş, seher solmuş

Ve bir Süreyyâ yıldızı doğmuş

Yeryüzünün Selmân yüzüne

Acılı yüzüne, Ebuzer yüreğine

Bir Zülfikâr parıltısı vurmuş

Yer kürenin Horâsân yüzüne...

Ve patlayıvermiş kuyu

Fışkırıvermiş cümle kuyular

Yanardağlar misali

Kükreyivermiş

Aslan misali

Adına İmâm denmiş

Adına İmâm denmiş

Ve dile gelmiş cümle çöl denizcileri

Bakır çöllere inat

Yeni bir "Şıkşıkıye" destanıdır bu

Hey canım hey!...

Em yürümüş şerha şerha

Şiir olmuş şehrayine

Dem yürümüş kalem içre

Bağlanmıştır ilmek ilmek

Pir yürümüş darağacına

Domurmuştur boncuk boncuk

Ter yürümüş pâk alnıma

Görülmemiş ihanetler

Şer yürümüş kervânıma

Buna rağmen merhem olmuş

Hâl yürümüş her yanıma

Bir sitemkâr gülüş olmuş

Gül yürümüş abdâlıma...

 

Veysel Menekşe

          06-Haziran-1996

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)